Erzurum'u Yazanlar; "Erzurum’un gizli arşivi, Naci ELMALI"


Konuğumuz, zengin kütüphanesi ve entelektüel birikimiyle Erzurum’un gizli arşivi Sayın Naci ELMALI.

Son yıllara kadar Erzurum Sebze Hali’nde ata/dede mesleğini sürdürmüş olan Naci ELMALI ağabeyimiz, 1984 yılında yayınladığı “Erzurumlu Ketencizade  Mehmet Rüştü Efendi”  adlı kitabının yanı sıra Erzurum ülemâsıyla ilgili yazdığı yazılarla da tanınan; binlerce kitaptan oluşmuş özel kütüphanesiyle, özellikle Erzurum’la ilgili biriktirdiği kitap, dergi, yazı, mektup arşiviyle bilinen, eskilerin “nev -i şahsına münhasır”  dedikleri  türden  bir  insan.

Onunla yaptığımız söyleşiden bayağı keyif aldık, inanın doymadık. Belki biraz uzun oldu ama sıkılacağınızı pek sanmıyoruz. Umarız sizlerin de hoşuma gidecektir.

-Hocam ‘Erzurumiyatçı’ diye bildiğimiz Naci Elmalı kimdir, ailesi, mahallesi,  nerelerde okudu, okurlarımız için bizlere biraz kendinizden söz eder misiniz? 

Sayın Kavurmacı, bizi de Erzurumiyatçı olarak nitelemenize sizin nezaketinize veriyorum. Lakin ne haddimize! Erzurumiyatçı dendi mi bizim aklımıza Erzurum’un tarihine folkloruna, kültür ve irfan hayatına kendisini adamış, 1943 yılına kadarki süreçte yaptığı araştırmalarla, yazdıkları yayınladıklarıyla hepimize yıllardır yol göstermiş olan merhum Cemaleddin Server Revnak oğlu gelir. Yine isim aranacaksa, tanışmakla şeref duyduğum, geride bıraktıkları eserleriyle Prof. Dr. Zeki Başar hocamıza, İhsan Coşkun Atılcan ve Sebahhattin Bulut gibi büyüklerimizin isimlerini söylesek daha uygun olur, diye düşünenlerdenim. Onların yanında bizlerin yazdıkları devede kulak sayılır. Bizlere dense dense ancak mübarek şehir Erzurum’a sevdalı insanlar denebilir başka ne denebilir ki?       

Bu düzeltmeyi yaptıktan sonra öğrenmek istediğiniz hususlara geçeyim:  09.10.1956 tarihinde Erzurum merkez (şimdiki Yakutiye)’de dünyaya gelmişim. Aile büyüklerim Yeğenağa Mahalleli olmalarına rağmen nüfus kaydımız Çukurzeynalabidin olarak gözüküyor. Bana gelince, ben İhmal Mahallesi Çamurlu Sokak’ta, Ermeni metrukesi diye bildiğim, iki katlı, cumbalı; ahırı, mereği, tandır evi, bahçesi bulunan bir evde doğmuşum. Fakat doğumumdan bir hafta sonra, 23 yaşında ilk çocuğunu doğuran annemin vefat etmesi üzerine bizimkiler o evde daha fazla oturamamış, Doğu Kooperatif Evleri’nde yaptırdıkları yeni evlerine taşınmışlar. Beni, kendilerini anne -baba bildiğim, üzerimdeki emeklerini inkâr edemeyeceğim her zaman şükranla andığım rahmetli büyükbabam, babaannem, amcalarım, halam, yengelerimin her birisi üzerime ayrı ayrı titreyerek el bebek, gül bebek büyütmüşler. 

-Hocam anneniz başta olmak üzere tüm geçmişlerinize rahmetle yâd ederken sizden, sanırım Gez Mahallesi tarafında tek tük numunesi kalan kooperatif evlerinden biraz bahsetmenizi rica edeceğim.




Şu an o evlerden hiç kalamadı. 1940’larda, ismet Paşa’nın 1 no’lu kurucu üyesi olduğu, onun öncülüğünde kurulmuş,1939 Erzincan depremi sonrasında Erzurum’u perişan halden kurtarmak için düşünülmüş, Erzurum’un kalburüstü insanlarının ortak olarak yaptırdıkları Kooperatif evleri! Uzun zaman bir arpa boyu yol alınılamamış, ta 1957/58’lerde bitirilebilmiş. Hepsi ikişer katlı, bahçeleriyle birlikte 450 m² civarında, hemen hemen sekizerli bloklar halinde sırt sırta yapılmış evlerdi.  İnönü İlkokulu’nun önünden geçen Kazım Kara Bekir Caddesi bu kooperatif evlerini ikiye bölmüştü. Gürcü kapıya kadar olan kısım çok değerliydi. Bizim çocukluğumuzda üstü açık vaziyette akan ve de pis kokan Dere Mahallesi’nden ta kombinaya kadar uzanan bu derelerin ilk zamanlar üstleri kapatıldı. 90’larda birlikte çaykara, daha sonra Bosna-Hersek caddeleri hizmete açılınca bu sefer Gez Mahallesi’nin dereye bakan tarafındaki evler kıymete bindi. Hani derler ya bir şeyin evvelindense ahiri! Gerçekten de öyle oldu. Bizim uzun sokaktaki (Çavuşoğlu/Ulusoy transit garajları arasında kalan ) evimize gelince; bizimkiler, içeriden açtıkları merdiven sayesinde iki katı birlikte kullanırlardı. O evde üç gelin, on yedi nüfus adalette harekât eden, müşfik bir büyükbaba ile babaanne yönetimin yıllarca tatlı-tamlı bir hayat sürdürüldü. Büyüklerimizin bir bir ahirete göçmeleri gelinlerin birer birer ayrılmaları bahçeleri, çeşit çeşit meyve ağaçları, çiçekleri bulunan, emsalsiz komşuların yaşandığı o güzelim evleri (biraz varis sayılarını çoğalması, biraz altlı üstlü dairenin yerine 5,6 daire verilmesi gibi nedenlerden olsa gerek) bire birer yıktık, yerlerine 18/20’şer dairelik birbirinin güneşini kesen apartmanları diktik!

-Hocam, yine sözünüzü keseceğim. Bizlerin tanko/sosyete olarak bildiğimiz o evlerdeki komşuluk ilişkileri nasıldı? 

Evet, o ev sahipleri içerisinde bizlere göre de asri sayılabilecek tek tük komşularımız vardı. Fakat çoğunluğu Erzurum’un yerli insanlarıydı. Bu nedenle komşuluk ilişkileri hemen hemen Erzurum’un diğer mahallelerindeki gibiydi. Üstelik varlıklı insanlar olmaları nedeniyle daha bir ikram perverlik söz konusuydu. Ne de olsa yağlı yağlıya akardı! Herkes birbirine bir şeyler gönderirdi. Bizim karşımızda Çavuşoğlu Turizm’in sahibi olan Mehmet (Engin) amcalar otururdu. Sürmeneli olan bu komşumuzun hanımı Bahriye teyzemiz ne zaman hamsili pilav yapmışsa bizleri unutmamış, yöresel yemeklerinin tümünden tattırmıştır. Hele bahar gelince her Pazar bizi ve birçok komşumuzu almamış Serçeme’ye gitmezlerdi. Bir başka komşumuz Zakir amcamızın da Ulusoy turizmde arabası vardı. Sefere çıkmadıkları gün, yaz kış demez, komşuları Ilıcaya götürür, bazen komşuların tümünün kaplıca parasını bile verirdi. Geri dönerken Havuzbaşına yaklaştığımızda tüm otobüsün içerisindekiler tempoyla ve de el çırparak:  
“Domatesin çekirdeği kırmızı kırmızı           
 Zakir Amca şoförlerin yıldızı yıldızı            
Zakir Amca yavaş, Havuzbaşını dolaş!”
diyerek onu motive ederdik. O da, bir cadde turu daha yaptırtır, hatta bazen bir dondurmacının önüne yanaşır, herkese birer de dondurma ısmarlardı. Yine öyle bir komşuluk vardı ki, şaşırırsınız! Mahallemizdeki sokağımızdaki genç kızlar hepimizin ablasıydı, hepimizin namusuydu, hepsini başkalarından sakınırdık (kıskanırdık desek daha mı doğru olur!) Hele sokağımızdan yabancı biri ikinci kez geçseydi, bak ondan nasıl hesap sorulurdu! Arkadaşlarımızın anneleri bizim de annemizdi. Kimse kendininkilerden bizleri ayrı tutmazlardı. Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz demekti. Herkes paylaşmayı bilirdi. Gece yarılarına kadar sokaklarımız cıvıl cıvıldı! Ya şimdi?  Kimsenin kimseden haberi yok! Bizlere ne oldu diye düşünün biri bile kalmadı! Kavurmacı hele bak bize nerden nereye götürdün. Dur hele, hayat hikâyemize dönelim, yoksa bu sohbet bitmez. Baba tarafım Erzurum’da Dıreşler diye bilinir. Gürcükapı’nın eski esnaflarından. Muhacirlikten döndükten sonra hem kendi, hem çocukları manavlıkta uğraşmış, çoğu Erzurumlunun kendisinden çekindikleri; adaletli, otoriter biri olarak tanınmış olan, boyu uzun olduğundan dıreş denen, Dıreş Mehmet Efendi’nin torunlarıyız. 1940’lardan itibaren büyükbabam Şefik Bey ve kardeşleriyle başlayan Erzurum Sebze-Meyve Halindeki kabzımallık (sebze-meyve komisyonculuğu) serüveni babam Necati Bey ve kardeşleri, daha sonrasında benimle üç kuşak (büyük dedeyi de sayarsanız dört kuşak) sürmüş oldu. 

Annem ise Haşimbeyzadeler diye tanınmış Ilıca Tevfik (Eşrefoğlu) Bey’in kızı Semiha Hanım’dır. 1988 yılında evlendim biri erkek, üçü kız dört çocuk babasıyım. Tahsil hayatıma gelince; dört kuşak Elmalıların okudukları İnönü’de İlkokulu bitirdikten sonra Erzurum Lisesinin orta kısmına kaydolduk. 1. Sınıfı orada okuduktan sonra orta kısmın kapatılması nedeniyle sınıfça Eğitim Enstitüsü’nün son blokunda faaliyetini sürdüren Atatürk Ortaokuluna nakledildik. O yıl ikiden üçe geçtik, ertesi yıl da ortaokulun ilk mezunları olduk. Daha sonra Atatürk Lisesi binası yapıldı. Müdürümüz Sema (Kemal Kalaycı) hocayı büyüklerimizin kıramaması nedeniyle Liseyi de orada okuduk. Lisenin ilk birinci sınıfı, ilk ikinci sınıfı bizler olduk. Dolayısıyla ilk mezunları olarak tarihe geçtik. Bir yıl sonrasında (1974) girdiğim Kazım Karabekir Eğitim Enstitüsü Türkçe bölümünden de 1977 yılında mezun oldum. Ne var ki okul bitiminde aile büyüklerimin (ülkemizdeki anarşik ortam yüzünden ) istersen Devlet kapısını, istersen Hak kapısını (yani ticareti) seç teklifi karşısında, esnaf çocuğu olmamız nedeniyle olsa gerek Sebze Hali’nin yolunu tutuk, ta ki, 2012’ye kadar.

-Hocam yine araya gireceğim. Desene Erzurum’da üç-dört kuşağı aynı işle uğraşmış ender ailelerden birisiniz. Peki, birazda kitap sevdanızdan araştırmacılığınızdan, dergi biriktiriciliğinizden, yazdığınız Erzurumlu Ketencizade kitabından, hayran kaldığımız kütüphanenizden söz etseniz Ticaretle uğraşmış bir kişi olarak bunca kitabı nereden biriktirdiniz, bunları okuyabildiniz mi?


Kitap merakım Eğitim Enstitüsü’nde okuduğum yıllara dayanır. Girip çıktığım kitapçılarda kitap sevdalısı, insan sarrafı çok sayıda kültürlü/üst düzey kişilerle tanıştım, onların dostlularını kazandım, sözlerini-sohbetlerini dinledim. İyi bir kitap okuyucusu, biriktiricisi olduğunu bildiğim, (anne tarafımdan akrabam) tam bir Erzurum asilzadesi olan avukat Turgut Ilıcalı ve yazıhanesindeki kütüphanesi hayranlıkla uğradığım yerlerdendi. Hep öyle bir kütüphanem olmasını isterdim. Ya Ezel Erverdi ile Feyyaz İbrahim Hakkı oğlunun Dergâh Kitabevi sayesinde tanıdıklarım? Kaya Bilgegil, Orhan Okay, Saim Sakaoğlu, Haluk İpekten, Ahmet Türek, Muhan Bali, Şerif Aktaş, Turgut Karabey, Recep Toparlı, Yavuz Akpınar, Mustafa İsen, İbrahim Kavaz, Hüseyin Elmalı, Ali Berat Alptekin, Rıdvan Canım ve üniversitelerimizdeki daha nice güzide hocalar her yakın ilişkide bulunduğum, bilgilerinden istifade ettiğim insanlardı. Bu nedenle kendimi şanslı sayarım. Üstelik onlar sayesinde edebiyatçılığım, kitapseverliğim her zaman ticari hayatımın hep bir adım önünde olmuştur. Hele 1984 yılında yayınladığım Erzurumlu Ketencizade Mehmet Rüştü Efendi adlı yedi yıllık bir çalışmanın ürünü olan kitabım ise edebiyatçı oluşumuzun ispatıdır.


-Hocam, Ketancizade ve kitabınız hakkında bilgi verebilir misiniz? 



Ketancizde hacı, hafız, âlim, arif, şair, hattat, mutasavvıf bir şahsiyettir. Nakşibendi halifelerinden olup Erzurum’da doğmuş, Erzurum medreselerinde okumuş hayatını bu memlekette sürdürmüş, Kavak Camii’nde müezzinlik, Ulu Camide kırk yıla yakın imamlık yapmış, Erzurum’un taşı, toprağı, insanı için bir şeyler yazmış, 1834-1916 tarihleri arasında yaşamış, Güz Destanı adlı şiiriyle Erzurumluların gönlünde taht kurmuş, Divan ve Mevlid sahibi soyundan kimse kalmamış insan-ı kâmil bir zattır. Allah nasip etti de eserlerinin büyük kısmını o tarihlerde topladık. Şimdiye kalınsaydı herhalde geç kalınmış olurdu diye düşünüyorum. Kitap yayınlandığı tarihlerde ilim çevrelerinde gördüğü ilgiyi şehir nezdin de pek görmedi. Bu durum ister istemez şevkimizi kırdı. Yazmaya değil de kitap okumaya, biriktirmeye daha çok yönelmen belki de bu nedenle olmuştur. İşte o tarihlerden günümüze böyle bir kütüphane ortaya çıktı. Elimize geçen kitap, dergi, gazete, mektup vb. şeyleri kıymetini bilen bir kişi olarak kendimize olmasa da, bir gün birine lazım olur diye sakladık. Belki imkanlarımızın müsait olmasının da böyle bir kütüphanenin oluşmasında etkisinin olduğunu söyleyebilirim. Bir de öğrencilik yıllarımdan beri, Rabbime çok şükür, pek kötü alışkanlıklarımın, lüzumsuz masraflarımın olmamasının da payını inkar edemem!

-Peki hocam birazda kütüphanenizdeki dergilerden bahsetseniz? 



Uzun yıllar ulusal bazda çok dergi aldım, okudum, biriktirdim. Ama herhalde siz Erzurum dergilerini merak ediyorsunuz! Tanığı olduğumuz yıllarda Erzurum’da çıkarılmış olan dergiler kütüphanemde mevcuttu. Bunlardan yola çıkarak Erzurum’da başlangıçtan günümüze kadar gelmiş/geçmiş her ne kadar dergi/mecmua çıkmışsa bunları mümkün olduğu kadar eksiksiz, hatta asıllarını bularak bir araya getirmeye çalıştık. 

-Hocam ne muazzam bir çalışma! Ya tamamlayabildiniz mi? Bu dergiler için bir düşünceniz var mı? 

Elhamdülillah Allah nasip etti, Erzurum için böylesine meşakkatli sabır isteyen bir çalışma yapmayı düşündüm. Bu iş biter mi? Elbette bitmez. Niye? Çünkü yeni çıkanlar ve devam edenler var. Sürekli takip edilmesi lazım.

-Günümüzde çıkanlar dahil yaklaşık kaç dergi olmuş? 

Şu ana kadar çıkan 260/270 dergi var bunlara CD olarak ulaşabildiğimiz 18/20 kadar Milli Kütüphane gibi kütüphanelerde bulabildiğimiz dergileri, Atatürk Üniversitesinin değişik fakültelerinin çıkardıklarını, bir de isimlerini tespit ettiğimiz halde henüz tek sayısına dahi ulaşamadığımız 45/50 kadar dergiyi de sayacak olursak nereden baksan 350 dergi çıkmıştır diyebiliriz. Bunların içerisinde tek sayılık olan da var, 60/70 sayıyı aşanlarda! Şimdilik önceliğimiz 2012 Mayısında başladığımız şu bir-iki ay (2014) içerisinde sonuçlandırabileceğimizi sandığım Atatürk üniversitesi iletişim fakültesi gazetecilik bölümüyle yaptığımız ortak bir çalışma, tüm dergilerin dijital ortama kavuşturulması işi! İnşallah tüm dergilerimizde herkesin ulaşabilmesini sağlayacağız!

-Peki, Erzurum için başka düşünceleriniz var mı? 



Allah izin verirse bir de Erzurumlu müelliflerin telif eserlerinin, yanı Erzurumlu olup da her ne konuda kitap yazmışlarsa o kişilerin bulabildiğim kadar eserlerini bir araya getirmeyi, ileride bir Erzurum kent müze/kütüphanesinin kurabilmesini sağlamak! Belki çok geç kalınmış bir proje ama bakarsınız bir gün bu düşüncemizi de gerçekleştirmiş oluruz. Tabii Allah nasip ederse o da olmayacak iş değil. 

-Hocam, ne diyelim Allah gönlünüze göre versin! Bir Erzurumlu olarak bizleri gururlandırdınız, hiç duymadığımız/işitmediğimiz konularda bizleri de heyecanlandırdınız. Bize vakit ayırdığınız için sonsuz teşekkürler ediyor, başarılı çalışmalarınızın devamını diliyor şükranlarımızı, takdirlerimizi sunuyoruz. 

Röportaj  İsmail Hakkı Kavurmacı  (Erzurum Sevdası Dergisi 6. Sayı Haziran-Temmuz 2014) 

Derginin Kapağı


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder