Dadaş ve Dadaşlık üzerinde yazılanlara baktığımızda ortak bir tanımın olmadığı görmekteyiz.
Ancak yapılan tüm tanımlamalar gelip yiğitlik, kahramanlık ve doğruluk üzerinde buluşmaktadırlar. Dadaş ve Dadaşlık bir sosyal – kültürel değer olarak Erzurum da karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla bu iki kavramın felsefi dayanağını yani ruhunu Erzurum’un tarihi, coğrafyası ve kültürü içerisinde aramamız gerekmektedir. Yani dadaşlık şifrelerini Erzurum kendi içinde saklamaktadır. İsterseniz hep birlikte bu şifreleri çözmeye çalışalım.
Erzurum Fırat ırmağının bereketi nedeniyle zengin olan bir bölgede kurulan medeniyetlerin birbirleriyle alışveriş ettikleri bir geçit noktası üzerinde kurulmuştur. Bu ister istemez Erzurum'u bir ticaret merkezi ve medeniyetlerin geçiş noktası haline getirmiştir. Bu geçiş noktası Anadolu, Kafkasya ve İran’ın bağlantı noktası olmuş ve bölgede hâkimiyet kurmak isteyen bütün ülkelerin değer verdiği stratejik bir merkez haline getirmiştir. Bundan dolayı Erzurum’da bir taraftan ticari, diğer taraftan kültürel teşkilatlanmalar şehrin sosyal yapısında ön plana çıkartırken diğer taraftan da şehrin aynı zamanda bir askeri üst olmasına da neden olmuştur.
Kış süresinin uzunluğu ve sertliği toplumsal hayatı daha çok kapalı mekânlar içerisinde şekillendirmiştir. Bölgenin Türk İslam medeniyeti içerisinde yer aldığını da hatırlasak ve bir de buna coğrafi koşulları eklersek Erzurum’da insan karakterinin nasıl şekillendiğini yani dadaşlık karakterinin şifrelerini çözebiliriz.
Erzurum'a gelen seyyahların büyük bir kısmı Erzurum'u yüksekliği nedeniyle kartal yuvasına benzetmişlerdir. Bu yuva, yüksekliğinden ve bulunduğu coğrafik yapı neticesinde kışları sert geçen karasal iklimin tesirinde kalmıştır. İbn-i Haldun mukaddemesinde belirttiği gibi iklim insanların karakterleri üzerinde etkili olmaktadır. Bu iklim insanının genelde sert mizaçlı, kendine güvenen, ihtiyatlı davranan, mücadeleci bir karaktere sahip oldukları bilinmektedir. Bu karakter analizinin birçok noktada Erzurum insanı ile uyuştuğunu görebiliriz.
Dadaşlığın, Türk medeniyeti ve töresi ile şekillendiğini söylemenin pek de yanlış olmayacağı kanaatindeyiz. Türk medeniyeti ve töresinin göçebelik ve savaşçılık üzerinde yükseldiğini en temel tarih bilgilerimiz içerisinde yer almaktadır. Türk medeniyeti ve töresinin incelendiği zaman şu değerlerin ön plana çıktığı görülmektedir. Yiğitlik, erlik, kendine güven, cesaret, doğruluk, anaya ataya saygı ve itaat, kadına değer vermek, namusa ve ahlaka önem vermek, obanın ve boyunun çıkarlarını ön planda tutmaktır.
Dadaşlık karakterine tesir eden en önemli faktörlerden biri ise şüphesiz İslam İnancıdır. Bu inancın gereği olarak ön plana çıkan iman ve ahlaki değerlerin Dadaşlık ruhunda etkili olduğuna inancımız tamdır.
Erzurum’un konum itibariyle bir geçit merkezi olması burayı ister istemez bir ticaret merkezi haline getirmiştir. Bundan dolayı Erzurum bir kültür ve eğitim merkezi haline gelmiş ve Erzurum içerisinde bir irfan meclisi oluşmuştur. Dolayısıyla Erzurum halkının ilme ve kültüre karşı bir meyli oluşmuştur. Buda Dadaşlık üzerine tesir eden bir başka unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Erzurum’un stratejik konumu nedeniyle bir savaş alanı olması ve sürekli olarak Rus işgalleri ile karşılaşması ve bu nedenle sık sık yaşanan göç hadiseleri neticesinde Erzurum halkını savaşçı, şüpheci ve dayanıklı bir karaktere sahip olmasına sebep olmuş buda Dadaşlığı belirleyici bir başka unsur olmuştur.
İşte yukarıda saymış olduğumuz unsurlar ile belirlenen Dadaşlık aşağıda sayacağımız yaşam çevreleri ve teşkilatlarca işlenerek biraz daha somutlaşmış ve Dadaşlık olarak bir yaşam tarzı, ahlaki ve kültürel bir değer olarak karşımıza çıkmıştır. Peki, nedir bu çevre ve teşkilatlar? Bunlar aynı zamanda bizim toplumumuzun temel eğitim kurumları da olan; Aile, mahalle, medrese, mektep, usta ve askerliktir.
Toplumun en temel eğitim kurumu ailedir. Bu şüphesiz dadaşlık eğitimi içinde geçerlidir. Dadaş adayımız gözünü açtığında karşısında ilk kez ailesini görür. Erzurum da aile, Türk ve İslam değerleri ile çocuğunu terbiye etmeye çalışmakta âlim ve derin hoca diye bildiklerinin vermiş olduğu telkinler ve yaşam tecrübeleri ile edinmiş oldukları doğruları evlatlarına aktarmaya çalışmaktadırlar. Çocuk büyüklere saygıyı dolayısıyla büyüklerin ayıbını araştırmamayı, görmemeyi aynı zamanda da, küçüklerini sevme ve korumayı öğrenmektedir. İlk Erkek çocuk babanın veliahdı dır. Dolayısıyla bu çocuk ağabeydir. Bu ağabey erkekliği babasından öğrenip gençliğinin verdiği enerji ile kardeşlerine ve arkadaşlarına öğretmek ve göstermek ister. Burada fiziki gücünü fark eder ve enerjisini aba güreşinde sarf ederek yiğitliğe ilk adımını atar.
Yaş ilerler ve çocuk artık mahalle hayatına katılır. Çevresine bakar ve görür ki mahalle içerisinde babanın ve ananın saygı duyduğu ve değer verdiği insanlar vardır. Mahalle sakinleri uzun kış gecelerinde toplanarak kendi aralarında eğlenmektedir. Bu toplantılarda yemekler pişirilmekte, mahallenin ve şehrin sorunları konuşulmakta, kimin kime nasıl yardımın dokunulacağı tartışılmakta ve yapılacak olan bu yardımın nasıl gizli kalınacağı düşünülmektedir. Bu ortamda her türlü sosyal sivrilik törpülenmektedir. Bu kış gecesinin sohbetleri, içine kadar işleyen nüktedanlıkla ile süslenmekte ve dadaş adayımızın kendisinde de nüktedanlık oluşturmaya, dayanışma ruhunun gelişmesine zemin hazırlamaktadır. Bu nüktedanlığın yanı sıra çocukta musiki zevki de oluşmaya başlamıştır. Çocuktan beklenen bu sohbetler de tıpkı anası ve babasına gösterdiği saygı ve sevgiyi mahallenin sakinlerine de göstermesidir.
Birlikte oturmayı ve yaşamayı öğrenen çocuğumuzun artık çok daha büyük bir ailesi, mahallesi vardır. Hele bu mahalle bir de sur dışında kalan bir varoş ise delikanlı çağına gelen çocuk için savunulması gereken bir mukaddes attır. Delikanlılığın verdiği cesaret ve enerji ile bu görevi yerine getirmek bir nevi kendini ispattır. Ama babasından ve mahallesinde dadaşım dediklerinde gördüğü tarzda, bu tarz da bildiği cesarettir, yiğitliktir ve daha tam olarak anlayamadığı bir vakardır. Bu vakarda büyüklerin doğruluğa, dürüstlüğe, kahramanlığa ve güzel ahlaka verdiği değer ile delikanlı artık bu değerleri vazgeçilmez bir yaşam tarzı olarak algılar. Bu yaşam tarzını Bar dediği davullu zurnalı oyunla simgeleştirmiş. Toylarda, toplantılarda, asker uğurlamalarında bar denilen bu oyunu oynamış yani bar tutmuştur.
Azerbaycan’ dan, İran’ dan ve Anadolu’nun içlerinde gelen kervanların getirdiği sadece mallar değildir. Hikâyelerdir, öykülerdir, bilinmeyen hayatlardır, farklı fikirler ve düşüncelerdir. Artık mektebe, medreseye başlayan çocuk hem burada, hem babasından, hem de mahalleden öğrendikleriyle hayatını yönlendirmeye başlamıştır.
Delikanlı ta çıraklık zamanında babası tarafından eti senin kemiği benim diyerek girmiş olduğu ustanın yanında temeli Horasan erenlerinden Ahmet Yesevi’ye dayanan ahilik teşkilatının fütüvvet terbiyesi ile yetişmektedir. Gencimiz bir yandan meslek sahibi olurken bir yandan da ahlaklı olmayı, doğru olmayı, inançlı olmayı, cömert, yardım sever ve misafirperver, yiğit olma gibi değerleri ustaya itaat ederek yeni baştan öğrenmektedir. Genç, mesuliyet duygusu ile tanışmış, Serserilikten, kurtarılmıştır. Sağlam bir sınıf şuuruna varmış yukardaki sınıfta gözü olmadan ve kendinden aşağıda olan sınıfı hakir görmeden işinde uğraşmaktadır. Bunda köylü bey ilişkisinin ağa maraba ötesinde baba oğul abi kardeş ilişkisinin kurulması da önemli olmuştur. Çarşı teşkilatı kökleştikçe tehalüf fikri yerleşmemiş bir denge oluşmuş, her sınıf kendi hayatında, kendi zevkinde, rahat ve müstakil bırakmıştır.
Yapmış olduğu meslek gelen kervanların Erzurum’a sağ ve selamet içerisinde ulaşmalarına bağlıdır. Dolayısıyla delikanlı ahiliğin gereği olarak yaşadığı yerin ve gelen kafilelerinin güvenliğini sağlamak zorundadır. Mahallenin güvenliğini sağlamayı kendine görev bilen delikanlı artık şehrinin güvenliğini sağlamayı kendine görev bilmektedir. Ama tek bir farkla birlik ve beraberlikle ferdi davranan delikanlı şimdi bir komuta altına girmektedir. Kahramanlık ve yiğitlik bir başka anlam kazanmaktadır. Delikanlının bir atı vardır ve her an bir savaşa hazır olmak için cirit oyununu oynamaktadır. Belinde Erzurum’un meşhur kılıçları şirek ve mirek ile soyluluğunu dosta ve düşmana göstermektedir.
Delikanlı yetişkinliğe doğru ilerlediği dönemde mutasavvıflarla tanışır. İdraki bir noktada değişmeye, açılmaya başlamıştır. Ev sohbetlerinde dinlemiş olduğu sohbetlerin manası yavaş yavaş oturmaktadır. Artık hakikat yolcusu olmaya başlamıştır. Şeklen uygulamış olduğu İslami ritüelleri mana boyutuyla yaşamaya başlamış, yiğitliğin en zor kısmına nefisle mücadeleye girmiş dışarı ile olan mücadelesini bırakmış kendisi ile olan mücadelesi başlamıştır.
Kahramanlık iddiasında olmayan bir kahraman olmuştur. Yüreğindeki sevgisi aşka dönüşmüş, artık bütün bir âlemi sevmeye başlamıştır bar isimli şiirinin bir mısrasın da Sadettin Akatay’ın dediği gibi seven sarhoştur elbet içse de içmese de, bu aşk sarhoşu olan gencimiz, benliği bırakıp bendeliğin peşine düşmüştür. Eşrefi mahlûk olma yolunda ilerlerken lafın ve hareketlerin anlatmaya yetmediği bir hale düşmüş sukutu öğrenmiştir. Şimdi suskunlukla kendini anlatmaktadır. Faruk Nafiz ÇAMLIBEL “Erzurumlular ihtiva etmiş oldukları manayı sukutlarıyla en iyi şekilde ifade eden kimselerdir” diyerek bu durumu tespit etmiştir.
Askerlik zamanı gelmiştir. Kapıda moskof vardır. On üç savaş gören bu şehre Gamlar şehri denilmektedir. Serhat şehridir, Erzurum bir derbenttir. Ailesini, mahallesini, şehrini koruyan delikanlı şimdi vatanını, namusunu, dinini ve hürriyetini korumak zorundadır.
1916 Gazi İlkokulunu önü Rus işgali
Yurt severlik duygusu keskinleşmiş, sadettin Akay’ın Bar şiirinde dediği gibi karakteri çelik bir yay şeklini almıştır. Askerlik bütün Erzurumlular gibi kanına işlemiştir. Ulemadan ve mutasavvıflardan öğrendiği Allah, Resulullah, vatan aşkı ile şekillenen cihat anlayışı genlerinde miras olarak aktarılan savaşçı ruhu ile babasından miras aldığı kahramanlıkla birleşmiştir. Artık yiğitliğin, cesaretinin ispat edeceği yer askerlik ocağıdır. Şimdiki arzusu şehit olmaktır. Türklüğün mirası onun üzerinde korunacak, onun üzerinde devam edecektir. İslamın namusu onun üzerindedir. Vakit cihat vaktidir.
İbrahim HAKKIOĞLU Dadaş isimli şiirinde dediği gibi
Ezeli Hak’tır Dadaş'ın Ebedi Hak kalacak,
Duracak durdukça cihan yine mutlak kalacak.
Aşmış Altayları, Cengiz'le beraber geliyor,
Eşi yok, benzeri yok, Varsa göster geliyor.
Fatih'in yoldaşıdır, Yavuz'un kan kardeşi,
Ruhta iman kaynağıdır, histe vicdan ateşi,
Hür doğmuştur anasından, yaşar hürriyet için
Adamıştır nesi varsa sulh için, millet için …
Evet, Sevgi ve merhamet kenti olan Erzurum bir ocak halini almıştır. Bu ocağın ateşi sevgi, aşk, saygı, ilim, fikir, yiğitlik, erlik, kahramanlıktır. Ocağı yakan ana, baba, muallim, usta, âlim ve mürşidi kâmildir. Ocakta tüten Dadaşlık, pişende Dadaştır. Alvar imamı olarak bilinen Muhammed Lütfü Efendi’nin Erzurum Destanında dediği gibi Erzurum kilidi-i mülk-i İslâm’ın olmuştur.
Dadaş mı Erzurum'dur yoksa Erzurum mu dadaştır? Belli değildir. Bunu İsmail Habib Sevük Erzurum anılarında şu şekilde anlatır” Erzurum’dayız, şehirden önce şehirliyi konuşalım. Gövde içinde ruh var; beldeler ruh olan halkın gövdeleridir, kalıplı gövdeden ne çıkar. Eğer içindeki ruh kalpse, alevli ruh, asil ve coşkun ruh, büründüğü gövde o kadar gösterişli değil mi? Ne zarar? İçteki ruh dıştaki maddeye bir ışık gibi vurduysa o madde ne olsa güzeldir.” Bu güzellikte yatan insana ve çevreye duyulan saygı ve sevgidir. Bu sevgi, yaratılana duyan aşktır.Dadaşlık nedir? Bu sorunun cevabını isterseniz Erzurum'a gönül verenlerin, gelenlerin, yazdıkları hatıralarında, mısralarında arayalım.
İsmet İNÖNÜ, Dadaşlığı,” Dadaşlık; ahlaktır, yiğitliktir, doğruluktur, hakperestlik tir, mazlumdan yana olmaktır” şeklinde tanımlamıştır.
Alev ALATLI, Dadaşlık tanımı yerine Erzurumluluk tanımını yapmıştır. Bu tanıma göre Erzurumluluk, “Haysiyet iliktir, erdemliliktir, cesarettir, mertliktir, samimiyettir, sadakattir, vefadır, mükemmel ahlaktır, tükenmez bir sevgi ve karsız bir saygıdır. Erzurumlu, olay ve fikirleri araştırır; insanların ayıplarını asla araştırmaz. Erzurumlu söylenene bakar, satır aralarının peşinde olmaz. Merttir ama patavatsız değildir. Cömerttir ama müsrif değildir. Yüreklidir ama saldırgan değildir. Samimidir ama ahmak ve aptal değildir. İnançlıdır ama yobaz değildir. Hâsılı Erzurumluluk, Hazreti Kur’an’ın eşrefi mahlûkat olarak tarif ettiği insan olmaktır.”
Çetin BAYDAR ise Dadaşlık tanımını yaparken “Dadaşlığın temel argümanını gençlik enerjisi” olduğunu belirterek, bir sosyal rol olarak Dadaşlığın bu enerjiden kaynaklandığını ifade etmektedir. Dadaşlığın Erzurum'a mahsus bir kavram olmadığını, kuzey ve güney Azerbaycan, Horasan ve Türkmenistan dada karşımıza çıktığını söyleyerek Dadaşlığın temellerini, coğrafya olarak Türkmen yurduna manevi iklim olarak ise Ahiliğe ve fütüvvete bağlamaktadır. Dadaşlığın İslami bir format olarak ortaya çıktığı tespitini yapmaktadır. BAYDAR,” Dadaşlığın temel eksenini insan- ı kâmile olan özlem” diye düşünmektedir. “ Dadaşlık ailede, doğup cemiyette perçinlenen bir toplumsal liderlik sembolüdür. Bu liderliğin Türk ve İslam muhtevası “insan-ı kâmil” kavramı ile taçlanmıştır. Batı medeniyetinin hümanist bireyselliğine karşı bizim insan-ı kâmil kavramımız tartışmasız bir üstünlüğü ifade eder. Erzurumlu kimliği insanı kâmili dadaş karakterinde yaşattı. Eğer insan-ı kâmilden vazgeçmezse onu dadaşlığı evrimleştirmek suretiyle yine dadaşta yaşatabilir.” Demektedir. Dadaşlığı, Çetin BAYDAR Gerçek Dadaş kimliği altında şu şekilde tanımlamıştır. “ Gerçek Dadaş Kimliği; Millete, Vatana, Devlete, Bayrağa, hiç karşı olur mu? O, Kirletilmiş devlet, kirletilmiş vatan, kirletilmiş millet, kirletilmiş bayrak tablosuna karşıdır. Kirletilmiş delikanlılığa, kirletilmiş mahalleye, kirletilmiş çarşıya, kirletilmiş beşere isyan halindedir. Velhasıl nerede fıtrat bozulmuşsa gerçek Dadaş kimliği orada mesaidedir. Bu isyanı sözünü ettiğimiz varlıkların ıslahı, fıtratına dönmesi, zulmün ortadan kaldırılması, adaletin iadesi noktasında bulur. Gerçek Dadaşlık, bir ahlak mesleğidir.”
Necati Karabacak’a göre “Dadaşlık öyle rastgele, müktesep bir sanat veya meslek değil, bazı müstesna şahsiyetlerde görülen, efendilik gibi fıtri ve dogmatik bir ruh asaletidir.”
İsmail Habib SEVÜK Dadaşlığı “ külhanbeyliği değil kabadayılık” olarak yorumlamış ve Dadaşlığı “Bir davranış biçimi bir yaşama şekli, bir ahlak anlayışıdır” şeklinde tanımlayarak şöyle devam etmiştir.” Dadaşlık bir mezheptir. Bu mezhebin ibadetleri iyi silah kullanmak, güzel cirit oynamak, milli oyunları iyi bilmek ve paraya ehemmiyet vermemektir. Mezhepte en esaslı iki kaide kimseden korkmayacak ve kimseyi öldürmeyeceksin korkmak en büyük ayıp, öldürmek ondan daha büyük ayıp… Maksat hayat değil galebedir. Yiğitsen, yen hatta yenil gene öylesin. Öldürdün ise yenmedin yiğitliği lekeledin.” Sevük, bu mezhebi” nesilden nesille aktarılarak biriktirilmiş bir kabiliyetin mirası olarak görmektedir.”
Dadaşlığın sembolize edildiği oyunun adı bardır.
Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat fakültesinin kurucu Dekanı Prof. Dr. Mehmet KAPLAN Dadaş barlarında millet yapan her şeyin bulunduğunu söylemektedir.
İsmail Habib Sevük’e göre “Bar Dadaşların, aşk, sevgi, mertlik, yardımlaşma, kahramanlık gibi duygularını sembolize etmektedir.”
Nejat ONAL ise “Bar bir savaş oyunudur ve yiğitlere yaraşır” demektedir.
Bar şiirinde merhum Şair Sadettin AKATAY Barı, kahramanlık, yiğitlik, erlik destanı olarak tanımlamakta ve dolayısıyla Dadaşlığın tanımını yapmaktadır.
Yüzyılların ardından kopup gelen bir vakar,
Kahramanlık, yiğitlik, erlik destanıdır bar.
Bu oyunda gör bizi, geçme sakın ıraktan,
Gözün varsa seçersin, barda karayı aktan.
Bir savaş seyri vardır dadaşın her barında,
Görünce kanın kaynar, o an damarlarında.
Doyum olmaz bir görsen Köroğlu’nun barını,
Güvenirsin gücüne, düşünmezsin yarını…
Bütün bu tanımları ve Dadaşlık ruhunun nereden ve nasıl beslendiğine ilişkin kısa incelememizi göz önüne aldığımız zaman Dadaşlığın bir ruh asaleti olduğunu görmekteyiz. Bu ruh asaletinde İslam dininin, Türk medeniyet ve Töresinin etkileri bariz bir şekilde görülmektedir. Bu etkiler ilk önce aile hayatından daha sonrada mahalle yaşantısından başlayarak sıra ile ilim irfan meclislerinde, daha sonra ahilik teşkilatı ve onun uzantısı olan usta çırak ilişkisi ve en sonunda dergâh ve tarikatlara iktisap ile neticelenen, asker ocağı ile devam eden bir eğitim müessesi ile insan ruhuna tesir etmektedir. Bir de buna serhat ilinde yaşama ve sık sık yaşanan Rus savaşları ve Ermeni isyanları birleştiğinde vatan ve millet sevgisinin ağırlık kazandığı bir milliyetçi duruş eklendiğinde Dadaşlık ayrı bir anlam kazanmaya başlamıştır. Kısacası Dadaşlıkta tarihi bir süreç içerisinde gelişen fikir, irfan, kültür, sanat ve medeniyet dünyasının izleri vardır.
Bütün bu yazdıklarımıza baktığımız zaman dadaşlığın içinde şu unsurları barındırdığını söyleyebiliriz.
Dadaşlık, doğuştan gelen ve herkeste bulunmayan bir ruh asaletidir. Aile ortamında kazanılan büyüklere yönelik saygı ve küçüklere yönelik sevgiyi içinde barındırır ve mahalle hayatı ile elde edilen bir toplumsal sorumluluğu ifade etmektedir. Dadaşlık, derbent olma ve serhat şehrinde oturma nedeniyle oluşan bir vatanseverlik ve milliyetçilik anlayışı ile çelikleşmiş bir karaktere sahiptir. Türk Medeniyet ve Töresi ile şekillenen; yiğitlik, erlik ve bağımsız olma ve haksızlığa karşı durma ruhuna sahiptir.
Dadaşlık, Ahilik teşkilatının gereği olan fütüvvet geleneğine sahiptir. Bundan dolayı aksiyoner bir yapıdadır. Yine Ahilik ile kazanılan bir denklik anlayışı ve muhatabına göre bir duruşu ifade etmektedir. Hak etmediğine elini sürmemek prensibi de bu gelenek ile Dadaşlığa yerleşmiştir. Dadaşlık, tasavvufi sohbetler ile elde edilen Allah ve Resulullah aşkı ve bu aşk ile neticelenen ve herkese ve her canlıya yönelik bir sevgi, saygı ve merhamet ile nefsi terbiye ile elde edilen cömertlik, cesaret, kahramanlık, dürüstlük, tevazu, güçlü irade, feragat, şecaat vb. ihtiva eden bir ahlak çerçevesinde gelişmiştir.
Dadaşlık, şehrin konumu itibariyle bir kültür merkezi olması nedeniyle ilme, irfana, sanata, estetiğe ve musikiye yönelik bir eğilimi ihtiva etmektedir. İklimin etkisiyle mücadeleci, sorgulayıcı ve güçlü olmayı gerektirmektedir. Haksızlığa, korkaklığa, namussuzluğa, ihanete ve zalimliğe karşı bir duruşu ve isyanı içerisinde barındırsa da almış olduğu eğitim ve terbiye ilim ve irfan sahibine, ululemre komutana, ustaya, ana ve babaya, büyük ve yaşlıya, öğretmene itaati emreder. Bundan dolayı dadaşlıkta isyan ruhu ve itaat terbiyesi bir arada bulunmaktadır.
Dadaşlık, aile, mahalle, şehir ve vatanı koruma bilincinin gelişmiş olması nedeniyle içinde her türlü yeniliğe ve fikri akımlar ile yabancılara karşı bir şüphe ve temkinliliği barındırmaktadır. Bu koruyuculuğu nedeniyle kabadayılığı içinde ihtiva etmektedir. Uzun kış gecelerinde yapılan toplantı ve sohbetler nedeniyle içinde nüktedanlık vardır.
Dadaşlık, yukarıda saydığımız tüm unsurlardan kaynaklanan bir vakarı ifade etmektedir.
Bütün bu tespitlerin yanında şunu da ifade etmek isteriz ki. Dadaşlık benzeri olan Efelik, Seğmenlik, Zeybeklik vb. gibi kırsal kesimden ve köylerden değil şehir hayatından kaynaklanıp, gelişen ve yayılan bir kavramdır. Bundan dolayı Dadaşlık ayrı bir önem kazanmaktadır.
Tıpkı Dadaşlık gibi Dadaşın tanımını yapmakta çok zordur. Dadaş kelimesinin kökeni üzerinde yapılan incelemeler bu kelimenin Azeri Türkçesi kökenli olduğunu göstermektedir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Tebriz civarlarında bulunan Sünni Türkmenlerin Erzurum'a yerleştirildiğini biliyoruz. Bundan dolayı Azeri Türkçesi içerisinde yer alan bu kelime Anadolu Türkçesinin içerisine de girmiş ve Erzurum civarında kullanılmaya başlamıştır. Ağabey anlamında olan bu kelime sıfat olarak yiğit, er, kahraman olanları nitelemek amacıyla da kullanılmaktadır.
Dadaş için yapılan tanımlarda incelendiği zaman iyi bir Müslüman, iyi bar tutan ve cirit oynayan, sözü ve özü bir olan, doğru olan, yiğit, er, kahraman olan, güçlü ve dayanıklı bir fiziğe sahip olan, vakur ve dik başlı duruşu bulunan, vatanını ve milletini seven, kabadayı olan vb. hususların ön plana çıktığını görürüz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder