Ve sonunda ağır geçen bir kışın
ardından bahar Erzurum'a da yüzünü gösterdi. Baharın ilk ışıklarıyla şehrin
dışına attık kendimizi. Siz değerli okurlarımız için Şehrimiz çevresindeki,
yakın yerleri ziyaret edip, piknik alanlarından, gezi ve mesire yerlerinden;
buraların doğal güzelliklerinden, tarihi, kültürel, folklorik yönden önem ve
özellikleriyle beraber varsa hikaye - efsanelerinden bahsetmek istiyorum.
Eskiden Erzurumlular piknik
yerine “seyire gitmek”, ya da “kıra gitmek” derlerdi. Şimdilik biz yine piknik
diyerek yazımıza devam edelim ancak piknik
derken, bir ağaç gölgesinde mangal dumanıyla boğulmak yerine hazır yiyecekler
alarak gideceğiniz yerlerde çevreyi gezmenizi, tabiatı incelemenizi, eğer bir
dere kenarındaysanız ayakkabılarınız-çoraplarınızı çıkarıp su içinde, taşta
toprakta yalın ayak gezmenizi, çiçekler toplamanızı, tarlada çalışan köylülerle
sohbet etmenizi tavsiye ediyoruz.
Pir Ali Baba Tepesinden Erzurum'a Bakış
Güneşli bir cumartesi sabahı
erkenden çıktık yola. Rotamızı çizdik. Yaklaşık elli altmış kilometrelik bir
güzergâhta dolaşacağız. Gezi
güzergâhımız: Erzurum – Çat Karayolu üzerinde bulunan Dutçu Köyü (Tuzcu
Mahallesi), Pir Ali Baba Tepesi, Kevgiri Kaynak Suyu, DSİ Tekederesi Göleti
ardından Taşlıgüney (Henege) köyü önünden Çat yolundan ayrılarak, Kümbet Köyü
istikametine yönelip (Hacı Ahmet Baba Türbesi), Tambura Köyü (Erzurumlu Emrah),
Özbek Köyü, Sakalıkesik Köyü ve tertemiz, lezzetli sebzelerin yetiştirildiği
bostanlarıyla da meşhur Söğütlü Köyünde Balıklı Göl ve Dilek taşından
bahsedeceğim. Tüm bu ziyaretlerin ardından, yorgunluğumuzu Ilıca kaplıcalarında
atmayı planlıyoruz.
Palandöken’in Koynun da Bir
Güzel Göl DSİ Tekederesi Göleti
İlk durağımız Erzurum Merkeze
yakın en güzel piknik alanlarından birisi olan DSİ Tekederesi Göleti. Çat yolunun on ikinci kilometresinden yolu
ayrılıyor. Üç kilometre sonra çevresi çam ağaçlarıyla çevrili, içinde
ördeklerin yüzdüğü, martıların (su kuşu) uçuştuğu bir göl manzarasıyla
gözlerimiz aydınlandı.
Hani Bursa’dan Gemlik’e giderken, Gemlik’ten bir önceki
yokuşun başlangıcında Orhan Veli’ şiirinden bir dizenin yazıldığı bir tabela
var ya; “Gemliğ’e doğru bakarken denizi göreceksin sakın şaşırma..” Gerçekten
de tepeye çıkıldığında birden denizle karşılaşıldığı gibi, işte Palandöken
dağlarının koynundaki bu gölette insanı öylesine şaşırtıyor.
Göl çevresindeki piknik alanları halka
açık. Kamelyalar, bolca içme ve kullanma suları bulabileceğiniz çeşmeler, temiz
tuvaletler, kısacası güzel bir gün geçirebilmeniz için birçok şey var burada.
Göl kıyısında kahvaltımızı yaptıktan sonra ayrılıyoruz buradan. Gölet hakkında
benim söyleyeceklerim bu kadar. Diğer güzellikleri de dilerseniz kendiniz gidin
görün, yaşayın.
Bu güzergahta, gölete giderken
yada dönerken uğrayabileceğiniz ilginç yerlerde var. Dutçu mezarlığı, Pir Ali
Baba Tepesi ve Kevgiri Kaynak Suyu
gibi. Kısaca bunlar hakkında da bilgiler vermeye çalışacağım. Dutçu Köyü yeni ismiyle Tuzcu Mahallesi.
Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesini geçtikten bir-iki kilometre sonra sola
ayrılıyor yolu. Köy mezarlığında önemli şahsiyetlere ait mezarlar mevcut..
Hemen köyün girişindeki mezarlıkta Yunus
Emre’ye ait olduğu söylenen türbe var. Ayrıca burada Şehrimizin manevi
mimarlarından Hacşiizade Hacı Ali Efendi
Hazretlerinin, namı değer Hacı Haşıl Efendinin, yine manevi mimarlarımızdan
Rasim Baba ve Abdulgafur Efe’nin
kabirleri bulunmakta.
Yunus Emre Türbesi
Kevgiri Şifalı Su Kaynağı
Gölet yol ayrımından beş
yüz metre kadar önce (Erzurum-Çat karayolunun on ikinci kilometresinde)
bir yol ayrımı daha var. “Kevgiri Şifalı Su Kaynağı”. Palandökenin içlerine
doğru yaklaşık on kilometre ilerledikten sonra, altından ufak bir dereninde
aktığı, büyükçe bir kayadan kaynayan şifalı su kaynağına ulaşacaksınız. Erzurum
merkeze yaklaşık yirmi kilometre mesafede, Teke deresi denilen mevkide, eski
adıyla Konaklı yeni ismiyle Kevgiri köyünün yakınlarındaki bu kaynak suyun
birçok hastalıklara şifa olduğu söylenmekte. Özellikle de böbrek taşı
mustariplerine. Bu kaynak su asıl
şöhretini böbrek taşlarını eritmekle almıştır. Bu şifalı suyun çevresi
biran önce düzenlenmeli ve daha etkin tanıtımı yapılarak Şehrimiz turizm
envanterine eklenmelidir.
Konaklı Kayak Merkez: Konaklı köyünün yukarısında, birde kayak
merkezi bulunmakta. Palandöken Dağları’nın zirvelerine kadar telesiyejler,
mekanik sistemler döşenmiş. Yolu çok
güzel, otoban gibi. Günübirlik konaklama tesisleri de mevcut, bu kayak
merkezinde.
Kümbet Köyü ve Hacı
Ahmet Baba
Hacı Ahmet Baba Türbesinin bulunduğu ve Hüseyin Avni Ulaşın'da doğduğu köy olan Kümbet Köyü
Çat yolu üzerinde yaklaşık on
sekizinci kilometrede Taşlıgüney
köyünün önündeki köprünün hemen çıkışında sağa bir yol ayrımı ve bir tabela; “Hacı Ahmet Baba Türbesi, Kümbet Köyü, 2
km.” Çat yolundan ayrılıyoruz, Kümbet Köyü yönüne doğru. İki kilometre
sonra Milli Mücadele Kahramanlarından
Hüseyin Avni Ulaş’ın da doğduğu köy olan Kümbet’e ulaşıyoruz.
Kümbet Köyü de diğer köylerimiz
gibi içler acısı bir durumda! Hemen kapı önlerindeki gübre yığınları, derme
çatma evler.. Konumuz bu olmadığından dolayı fazla bir şey söylemeyeceğim.
Konumuza dönersek, Manevi
mimarlarımızdan Hacı Ahmet Baba’nın
türbesi önündeyiz şimdi. Türbe oldukça temiz ve düzenli. Bundan dolayı
Kümbetlileri tebrik ediyor, teşekkürlerimi sunuyorum. Rivayete göre Hacı Ahmet Baba bu köyde bir ağanın
hizmetinde çalışmaktaymış. Özellikle Cuma günleri, köylüler tarlalardan Cuma
Namazı için köye dönerlerken Hacı Ahmet Baba’nın köyün üst tarafındaki
dağlarda, Uci deresi denilen yere doğru gittiği görülürmüş. Onun dağlara doğru
gittiğini görenler, Namaz kılmaktan kaçındığı için köyden uzaklaştığını
düşünürlermiş ve bu yüzden de Beynamaz Ahmet derlermiş O’na!
Gün gelmiş Hacı Ahmet Baba’nın hizmetinde çalıştığı ağa Hacca gitmiş.
Ağa bir gün Kâbe-i Şerifte tavaf ederken yorulmuş ve dinlenmek için bir kenara
oturmuş. Bu ara karnı acıkmış ve canı hanımının pişirdiği helvadan çekmiş. Bu
sırada köyde, Hacı Ahmet Baba ağanın hanımına gidip, “Ağam helva istiyor”,
demiş. Hanım merhametli bir kadınmış. Kendince düşünmüş ki, “Demek ki Ahmet’in
canı helva çekmiş, ağasını bahane ediyor, bir helva yapayımda yesin garip.”
Helvayı hazırlayıp bir tabağa koymuş, üzerine de temiz bir bez örtüp Ahmet’i
çağırmış; “Al götür helvayı ağana”, demiş. Ahmet helvayı alıp gitmiş. Bu sırada
ibadetini tamamlayıp Kâbe-i Şerif’ten çıkmak üzere olan Ağa elinde sıcak helva
tabağını bulmuş. Şaşkınlık içinde nereden geldiğini anlamaya çalışırken hayal
meyal Ahmet’i görür gibi olmuş. Tabağı ve üzerindeki bezi incelemiş. Bunların
köyde kendi evinde kullandığı şeyler olduğunu tanımış. Bunda bir keramet var
deyip, eşyaları arasına yerleştirmiş.
Hac ibadetini tamamlayıp köyüne dönen Ağa, öncelikle hanımına,
çantasından çıkardığı tabağı ve bezi göstererek helva olayını anlatmış. Hanımın
şaşkınlıktan ağzı bir karış açık kalmış ve bir süre önce Ahmet’in kendisinden
helva istediğini ve yapıp bu tabakla verdiğini söylemiş. Ağa, hemen toplanmış,
bu sırada kendisini Hac’dan geldiği için ziyarete gelenleri de alıp, “Asıl Hacı
Ahmet’tir, gidip onu görelim”, demiş ve Ahmet’in kaldığı eve gitmişler. Burada
Ahmet’in vefat ettiğini görmüşler.
Derler ki, bazı ermişlerin
kerametleri açığa çıkınca ahrete göçerlermiş.
Hacı Ahmet Baba türbesinde dualar edip, Fatihalarımızı hediye eyledikten sonra Kümbet Köy’ünden ayrılıyoruz.
Kümbetin batısında, üç-dört
kilometre ötesinde, meşhur halk aşığı Erzurumlu
Emrah’ın doğduğu köy olan Tambura köyü bulunmakta.
Özbek
Köyü
Köyün çevresinde birçok piknik
alanı mevcuttur. Özbek’in, Sakalıkesik köyü yönü çıkışında, eski bir değirmenin
yanında “Gandara” denilen ağaçlık
güzel bir yer var. Değirmenin altından kaynayan birde kaynak (Göze) var.
Köylüler bu gözeye “Perili su”
diyorlar. Değirmenin önünden de, içinde bolca balık bulunan gürül gürül
bir çay akmakta.
Köyün güneyinde Maşatlık denilen eski kavimlere ait mezarlık
Eski Değirmen
Haziran ayında, çayın çevresindeki çayırlar, sarı saç
bağları ve allı morlu çiçeklerle çok hoş bir görünüme bürünmekte. Özbek köyünün
batısında Dereboğazı (Haydarı) köyü, kuzeybatısında da Aşağı ve Yukarı Zerdige
(Yenice) köyleri bulunmakta.
Özbek’te Erzurum’un en meşhur “Nalbant”ıyla karşılaşıyoruz. Erol
Çelebi, Köyün Muhtarlığıyla beraber, dede-baba mesleğini sürdürmekte. Erol
ustanın yedi erkek kardeşi var. Babaları Rahmi Usta vefat edince, bayrağı Erol
Usta devralmış. Henüz köylerde traktör kullanılmaya başlanmadığı dönemlerde,
tarla sürmek, harman dövmek, ürünleri taşımak gibi birçok tarımsal işlerde
öküzlerden yararlanılmaktaydı. İşte bu devirlerde Erol Ustanın dedeleri ve
babası Rahmi Usta Erzurum çevresinin en önemli şahsiyetlerindendi. Çünkü
öküzlerin nallanma işini onlar yapmaktaydı. Çevre köylerden hatta uzak
köylerden de insanlar, at ve öküzlerini Rahmi Ustanın nalbant dükkânına
getirirlermiş. Öküzler, kurban kesiminde yapıldığı gibi yatırılır, ayakları
bağlanıp, tırnakları keskilerle temizlenir ve nal çakılırmış. Traktör
yaygınlaştığından şimdi artık köylerde öküz kalmadı. Ancak atlar hala ufak
tefek taşıma işlerinde, köyler arası yolculuklarda ve tarlaya gidiş gelişlerde
köylülerin vazgeçemedikleri yardımcıları.
Köyün Harman Yeri
Bununla beraber Erzurum merkeze bağlı köylerde birçok Cirit kulüpleri mevcut. Cirit
atlarının nallanması ise ayrı bir dikkat, özen ve önem gerektirmekte.
Dolayısıyla pek bilinmese de “Nalbantlık" hala popüler bir meslek ve Özbek
Köyünde yaşamakta olan Erol Usta’da en meşhur nalbant olarak cirit kulüplerinin
gözdesi.
Özbek köyünden Erzurum yönüne
doğru ilerliyoruz. Köyün yaklaşık iki
kilometre uzağında; çam, kayın, söğüt ve kavak ağaçlarından oluşan, ortasından
da, çevresinde su kuşlarının uçuştuğu, dupduru bir çayın aktığı büyükçe bir
fidanlıkla karşılaşıyoruz. Fidanlığın yakınlarında, suyu ve çamurunun birçok
hastalıklara (cilt hastalıkları ve romatizma ağrılarına) şifa olduğu söylenen
“Boralık” denilen doğal bir kaynak bulunmakta. “Uyuz Gözesi” de denilen bu
kaynağın çamurundan sürünüp, suyuyla yıkandıktan sonra dinçlik hissi verir
insana. Fakat bakımsızlıktan şuanda büyük havuz kapanmak üzere. Sadece küçük
bir kaynak var. İnşallah gereken ilgi gösterilir de bu şifa kaynağı da yok
olmaktan kurtarılır.
Fidanlığın çevresinde Mayıs, Eylül-Ekim aylarında piknik
yapılabilmekte. Mayıs da ilkbaharın tüm coşkusunu görmek mümkün, Eylül-Ekim
aylarında ise çayırlar biçilip kaldırıldıktan sonra özgür kalır kırlar ve işte
o zaman bu fidanlıkta ayrı bir havaya bürünür. Sararan, kızaran yapraklarla
renk cümbüşü oluşur. İkindi sonrası semaver çayını yudumlarken, sessizlik,
sakinlik ve durgunluk tam anlamıyla bir sonbahar hazzı yaşatır insana.
Özbek Köyü Cami İçi
Fidanlığın karşısında dik bir dağ var. İsmi “Kızıl burun.” Sohbet ettiğimiz köylüler, eskiden bu dağın
tepesinde bir mezar olduğunu, çevre köylerden, hatta Şehirden insanların burayı
ziyarete geldiklerini, dualar edip, adaklar adadıklarını; yakın bir
zamanda ise, Sakalıkesik köyünden bir çobanın, dışarıdan gelen yabancılarla
burayı kazarak kazanlarla altın çıkarıp, götürdüklerini söylediler. Fidanlığın
yanı başında Sakalıkesik Köyü.
Sakalıkesik (Mahallesi)
Köyü ve Efsanesi
Sakalıkesik köyü, Şehrin
batısında Erzurum’a on altı kilometre mesafededir. Köyün isminin nereden
geldiğini merak ettik. Araştırdık, köyde kimse bilmiyor. Erzurum’da bir
kahvehane sohbetinde öğreniyoruz, Sakalıkesik isminin hikâyesini: “Zamanında
Erzurum’da, gür - kara sakalıyla meşhur bir zorba yaşamaktaymış. İnsanlara
haraç keser, zorla garibanların malına mülküne el koyarmış. Günün birinde “sert
bir kayaya çarpmış.” Yiğit bir “Dadaş” bunu, halkın içinde bir güzel
patakladıktan sonra gür sakalını da kestirmiş. Karizmayı çizdiren zorba Şehri
terk etmek zorunda kalmış ve Şehrin yakınlarında ıssız bir yer olan, şimdiki
Sakalıkesik köyünün yerine çekilmiş. Buraya ev bark kurmuş. Ve zamanla bura
“sakalı kesiğin yeri” olarak adlandırılmış. Sonra köye dönüşmüş ve Sakalıkesik
köyü ismini almış.
Sakalıkesik köyünden Erzurum
yönüne ilerlerken, hemen köyün çıkışında bir yokuş var. Buraya da “Ay yokuşu”
denilmekte. Ay yokuşunu çıkıp iniş
aşağı ilerlemeye devam ediyoruz. Hemen solumuzda dereler var. Buraya da çevre
sakinleri “Cinli Dere”
diyorlar.
Ay yokuşundan Erzurum'a
bakış
Söğütlü Köyü – Balıklı
Göl ve Dilek Taşı Efsaneleri
Söğütlü Köyü, Ilıca’ya yedi, Erzurum’a da on beş kilometre mesafededir.
Burada, Urfa’daki, İbrahim Peygamber’in
ateşe atılması sonucunda oluşan göle yakın bir özellik taşıyan, içinde
otuz-kırk santim büyüklüğünde balıkların bulunduğu bir kaynak göl bulunmakta.
Bu göle “Balıklı” denmekte ve içindeki balıklarda kutsal sayılmakta.
Zaten balıkların üzeri yaralı gibidir. Birde “Dilek taşı” denilen kayalık vardır, gölün
yanı başında. Gölün ve kayalığın efsaneleri de oldukça ilginçtir.
“Çok eski zamanlarda Balıklı Gölün bulunduğu yerde, çobanlık yaparak
geçimini sağlayan çok dindar bir adamla hanımının yaşadıkları ev varmış.
Çobanın hanımı o yaşa değin hiçbir yabancı erkeğe görünmemiş. Bir gün çoban
koyunlarını otlatmak için dışarıdayken evine bir fakir gelip, hanımından “Allah
rızası” için ekmek istemiş. Kadın “Allah rızası” sözünü duyunca, fakire ekmek
ve bazı yiyecekler vermiş. O sırada fakir, kadının yüzünü görmüş. Çoban
ermiş kimse olacak ki, karısının namahreme göründüğü kendisine ayan olmuş.
Akşam eve geldiğinde, karısına yabancı bir erkekle görüşüp görüşmediğini
sormuş. Kadın da, bir fakirin Allah’ın adını anarak kendisinden ekmek
istediğini, ekmeği verirken de adamın gayriihtiyarî yüzünü gördüğünü söylemiş.
Çoban, alev alev yanmakta olan tandırı işaret ederek, “Madem sen Allah rızasına
bu kadar değer veriyorsun, o zaman Allah rızası için kendini şu tandıra at,”
demiş. Kadın, gözünü kırpmadan hemen kendisini tandıra atmış. O anda alevlerin
yükseldiği tandır kuyusu, biranda dupduru suyla dolu bir göle dönüşmüş. Bu hali
gören kocası da hemen atlamış göle! İkisi birden balık oluvermişler gölün
içinde. Bu gün gölde bulunan iki renkli balıklar o zamandan beri çoğalıp
gelmişler. Kimse dokunmaz, daha doğrusu dokunamazlar bu balıklara. Çevredeki
inanışa göre, onları avlayan veya zarar veren mutlaka cezasını bulur.
Rivayete göre; Rusların Erzurum’u işgalinde bu köye de Rus
askerleri gelir. Ruslar göldeki balıklardan yakalamaya kalkışırlar. Köylüler
balıkların kutsal olduğunu, onlara dokunmamalarını söylerlerse de Ruslar
aldırmazlar. Yakaladıkları balıkları pişirip yemeğe kalkışırlar, balıklar
uçarak tekrar göle dönerlerken, balıkları yakalayan Rus askerlerin kolları,
ayakları kilitlenir, dilleri de tutulur.
Dilek taşı efsanesi ise, “dileği olanlar, abdest alıp dileklerini
tuttuktan sonra, küçük, yassı bir taşı dilek taşına sürerler. Eğer dilekleri gerçekleşecekse, küçük taş
dilek taşına yapışırmış. Gerçekleşmeyecekse taş durmaz, düşermiş.
Bazı geceler Dilek taşının kovuğunda mum yandığı olurmuş. Beyaz cübbeli
birisinin bu kovuktan çıkarak, gölden abdest aldığı ve tekrar eski yerine gidip
kaybolduğu da sık sık görülürmüş.”
Yedinci Cumhurbaşkanı Kenan
Evren’de Balıklıyı ziyaret etmiştir. Epeyce bir zaman bakımsız kalan Göl ve
çevresinde, birkaç yıl önce Büyükşehir Belediyesi bazı düzenlemeler yaptı. Ancak
bu tür değerlerin korunmasında öncelikle çevresinde yaşayan insanların büyük
sorumlulukları vardır. Çünkü doğanın insana sunmuş olduğu birer hazine
niteliğindeki böylesine tabi-doğal değerler Şehrimizin ve Ülkemizin tarihi-turistik
ve kültürel yönlerden zenginlikleridir. Evet, çevrelerinde tarihi-kültürel-folklorik
eserler bulunan her kişi ve kuruluşlar bu eserleri koruyup-kollamak yönünden
birinci derecede sorumludurlar.”
Eğer bostan sökümünde yolunuz
Söğütlüye düşerse, Balıklıyı ziyaretin ardından, bostanlarda yetiştirilen,
yeşil soğan, tere, lahana, havuç, turp gibi bostan ürünlerden almayı da
unutmayınız.
Söğütlü- Ilıca arası 7 kilometre.
Yol asfalt. 5-10 dakikada Ilıca’ya gidip, günün yorgunluğunu kaplıcalarda
atarak, hoş bir gün geçirmiş olarak evinize dönebilirsiniz.
Bir tavsiyeyle bu yazımı
sonlandırmak arzusundayım. Aslında bu kadar yeri bir gün içerisinde gezmek
yorucu olacağı gibi pek verimlide olmaz. Dolayısıyla farklı günlere bölerek
ziyaret etmek daha faydalı olacaktır. İlk olarak Çat Yolu güzergâhındaki,
Dutçu, Pir Ali Baba ve Kevgiri Su Kaynağı ziyaretlerinin ardından Tekedersi
Gölet’inde piknik yaparak şehre dönmek. Bir diğer ziyarette, Sabah Kümbet’te
Hacı Ahmet Baba Türbesi ziyaretinin ardından İkindiye kadar Özbek Köyünde
piknik ve akşamüzeri çayını Söğütlü Balıklı Göl’de Dilek Taşının gölgesinde
içtikten sonra arzu ederseniz Ilıca Kaplıcalarına da uğrayarak şehre
dönebilirsiniz.
Gezimizden bir kaç kare fotoğraf daha
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder