Türk Dil ve Edebiyat Derneği Erzurum Şube Başkanı Murat Ertaş’la, “Binbir Hatim” geleneğimizi konuştuk. Asırlar öncesine dayanan ve Mülki İslam’ın kilidi olan Erzurum’u her anlamda bir zırh gibi kuşattığına inanılan ve şehirde her yıl adeta Kur’an ziyafetine dönüşen bu kıymetli mirasa dair çok özel paylaşımlarda bulundu Murat Ertaş…
Dilerseniz, söyleşimize “Neden Binbir?” sorusuyla başlayalım ve sözü şimdi asıl sahibine bırakalım.
Keyifli okumalar…
NEDEN BİNBİR?
Murat Ertaş: Binbir kelimesi eski inançlarda da olan ve çokluk, kesret bildirmek için başvurulan sayılardandır: üç, yedi, kırk gibi... Binbir meşakkat, Binbir gece... Tasavvuf ehli ise binbir'deki bini kesret sondaki biri de Allah'ı temsilen kullanırlar. Yani binbir'deki bir vahdettir. Binbir Hatim'deki bu anlamda kullanılmaktadır. Bir tasavvuf, tarikat, inanç sembolüdür. Aksi halde her yıl okunan hatim sayısı on binlercedir.
PİR ALİ BABA KİMDİR?
Murat Ertaş: Erzurum, 1514’te Yavuz Sultan Selim’in bugünkü İran sınırlarında Çaldıran Ovası’nda yapılan savaşta Safevi hükümdarı Şah İsmail’i yenmesiyle Osmanlı Devleti’ne katılmıştır. Yavuz Sultan Selim kazandığı zaferle Safevi devletinin başşehri Tebriz’e girmiş, ancak ordunun yorgun ve huzursuz olmasından dolayı kışı geçirmek üzere İstanbul’a dönmüştü. Dolayısıyla Osmanlı ordusu savaşla aldığı birçok yeri tekrar Safevilere bırakmak durumunda kalmıştır.
“BURASI EHLİ SÜNNET BELDESİDİR!”
Erzurum’da ve bölgedeki birçok bey, Yavuz Sultan Selim’in İstanbul’a dönmesinden sonra tekrar Safevilere katılmaya meyletmişlerdir. Erzurum beyi Sevindük Han da bunlardan biridir. Sevindük Han’ın bu ikili tutumu karşısında Pir Ali Baba ve Erzurum uleması bir araya gelerek “Burası Şia değil ehlisünnet beldesidir.” diyerek, Erzurum’da okunan beş vakit ezanın peşine salâtı selam getirilmesine karar vermişler, Erzurum’un her türlü saldırıdan, belâ ve musibetlerden, afetlerden korunması amacıyla şehrin etrafını hatim okuyarak Kur’ân’la zırhlamış ve Binbir Hatim geleneğini başlatmıştır.
Dutçu köyü yakınlarında Ali Baba Tepesi olarak bilinen yerde toprağın altında kale duvarını hatırlatan izlerin olması, Pir Ali Baba hakkında bazı fikirler vermektedir bize.
ASIL ADI MEVLANA PİR ALİ
Erzurum, mülki teşkilatını ancak Kanuni Sultan Süleyman zamanında tamamlamıştır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde 1533 tarihli Arapça yazılı vakfiyelerden birinde Pir Ali Baba, (muhtemelen ölümüne çok yakın bir zamanda) meşayıhtan, ulemadan olan evlât ve halifelerine köyü ve araziyi vakfetmiştir. Bu durumda Yavuz zamanında Erzurum beyi Sevindük Han’ın ikili tutumuna karşı gelen Pir Ali Baba’nın, Kanuni zamanına ait belgede zaviye sahibi olduğu anlaşılıyor. Vakfiyeye göre asıl adı Mevlâna Pir Ali’dir ve Mevlâna Veli’nin oğludur. Bir de Mevlâna Hüseyin diye kardeşi bulunmaktadır. Bu durumda Pir Ali Baba’nın Mevlevî olma ihtimali yüksektir.
Adının başındaki “Pir” onun bir meslek grubunun şeyhi olabileceğini düşündürüyor. Bir rivayete göre Pir Ali Baba değirmenci ve Kırk Değirmenler’in sahibi. “Baba” kelimesi de onun meşayıhtan biri olduğunu, bir eren olduğunu gösterir. Vakfiyedeki tarihlerin Erzurum’un Osmanlı devletine geçtiği yıllar olduğunu ve Ali Baba tepesinin konumlandığı yerin stratejik özelliklerini dikkate aldığımızda bu yerin, Erzurum ovasına çıkan tüm yolları ve boğazları (Haydarî ve Gürcü boğazı, Deveboynu geçidi, Daphan ovası) gören ve ıssız dağ başında kurumsallaşmış, döneminde halkın Müslümanlaşması için çok önemli misyonu olan, bunun yanında geçici konaklama, terbiye ve eğitim, istihbarat ve gözetleme, ribat (karakol) işlevlerini de yerine getiren bir zaviye olduğu anlaşılıyor. Tüm bu bilgiler ışığında Pir Ali Baba’nın bir alp, eren ve ahi şeyhi olduğu söylenebilir.
BİNBİR HATİM GELENEĞİ’NİN BAŞLAMA NEDENİ
SADECE ZELZELE VE DOĞAL AFET DEĞİLDİR…
Bugün sanıldığı gibi Binbir Hatimlerin sadece doğal afetler için okunduğu düşüncesi eksiktir, yanlıştır. Hudut şehri olması nedeniyle sık sık düşman saldırısına uğrayan Erzurum’da Binbir Hatmin Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi’nin şiirinde söylediği gibi mülk-i İslam’ın kilidinin muhafazası için okunduğu açıktır:
Hâfızları binbir hatim okurlar
Nûr-i Kur’an enharına akarlar
Nüzûl-i merhametgâhe bakarlar
Mevlâ’ya emânet olsun Erzurum
Binbir hatim nûru Arş’ı doldurmuş
Belâ musîbeti yerden kaldırmış
Düşmanları kahreylemiş öldürmüş
Mevlâ’ya emânet olsun Erzurum
Kerem-i Kerîm’den oldu inâyet
Binbir hatim beldemizde kırâet
Gönlümüze doldu nûr-i şerîat
Mevlâ’ya emânet olsun Erzurum
Rabb’im hıfz eyleye düşman şerrinden
Gazab göstermeye berr ü bahrinden
Husûsâ ki Erzurum’un şehrinden
Mevlâ’ya emânet olsun Erzurum
BEŞ ASIRDIR BİNBİR HATİM OKUNAN ERZURUM
NEDEN ZELZELE VE İŞGALLER YAŞADI?
Murat Ertaş: Defalarca işgal ve tacize uğramasına rağmen Erzurum ve çevresi bir Türk toprağı olarak kalmıştır. 1915 Rus işgali Bolşevik İhtilali sebebiyle (tabii ki Allah’n takdiriyle) kendiliğinden sona ermiş ve Rus ordusunun Erzurum'dan kendiliğinden çekilmesinden sonra Türk ordusu Ermeni çetecilerin elinden Erzurum'u yeniden Türk toprağı yapmıştır. 93 Harbi'nde (1877-78) oluşan uluslar arası şartlar nedeniyle Ruslar Erzurum’dan çekilmiştir.
Erzurum Moğol istilası, Timur'un yakıp yıkması, Akkoyunlu-Karakoyunlu mücadelesi, Safevîlerin işgalleri vs yaklaşık 150 yıl harp meydanı olmuş, ciddi bir fetret yaşamış, ıssızlaşmıştır. 1530'larda tam manasıyla Osmanlı toprağı olan ve Binbir Hatimler okunmaya başlanan Erzurum o gün bugün mülk-i İslâm'ın kilidi olmuştur.
Etrafında hatim okunarak Kur'ân ile zırhlanan başka bir şehir Saraybosna, çektiği sıkıntılara, soykırıma rağmen Avrupa'nın göbeğinde İslam toprağı olarak kalabilmiştir.
Vahyin muhatabı nebilerin çektiği eza, cefa, hastalık ve sıkıntıları hangi kul çekmiştir? Allah'ın en seçkin kulları cefa çekerken onların duaları kabul olmadı mı, diyeceğiz? Meselâ Hz. Eyyüb... Kitabı mukaddeste çektiği sıkıntı ve hastalıklardan teferruatlı bahsedilir ve Kur'ân-ı Kerim'de de Eyyüb peygamber sabrıyla Allah'ın takdiri, lütfu ve ihsanıyla ödüllendirilmiştir: "Ve Eyyub'u da... (an ki); hani o, Rabbine şöyle dua etmişti: “Şüphesiz bu dert, bana dokundu, Sen merhametlilerin en merhametlisisin!” (Enbiya 21/83) "Biz de onun duasını kabul ettik, kendisinde bulunan sıkıntıyı kaldırdık. Ona ailesini ve onlarla beraber bir katını/daha fazlasını da verdik. Katımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir öğüt olmak üzere." (Enbiya 21/84)
Belaların en şiddetlilerine Allah’ın en sevdiği kulları olan -başta Resûlullah (s.a.v.) olmak üzere- peygamberler ve salih kullar maruz kalmıştır. Eğer zannedildiği gibi musibet mutlaka kötü bir şey olsaydı, o zaman Allah en sevdiği kullarına bela ve musibetleri vermezdi. Çünkü hadis-i şerifde şöyle ifade ediliyor: “En ziyade musibet ve zorluklara maruz kalanlar, insanların en iyisi, en kâmilleridir.”
Bela ve musibetlerin daha çok Müslümanların başına gelmesinin nedeni ise, bu dünyada yapmış oldukları hataların ve işlemiş oldukları cezaların karşılığını çekip, haşir meydanına bırakılmamasıdır.
Unutulmamalıdır ki dünya hizmet ve meşakkat yeridir, mükâfat ve rahat yeri değil. İnsanın asıl vazifesi Rabbini tanımak ve emrettiği ölçüler içerisinde yaşamaktır. Bunun da yolu ibadetlerden geçmektedir.
İbadet iki kısımdır: Müsbet ibadetler, Menfi ibadetler. İbadetin müsbet kısmı bildiğimiz, namaz oruç gibi ibadetlerdir. Menfi kısmı ise hastalık, musibet ve doğal felaketler karşısında insanın aczini ve zayıflığını hissedip Rabbine sığınması ve sabretmesi neticesinde kazandığı büyük sevaplardır."
Hadis-i şeriflerde beyan edildiği gibi mümin için dünyada rahat yoktur. Kur'ân-ı Kerim apaçık ilan ediyor: “Sizi, bir imtihan olarak, şer ve hayırla deneyeceğiz. Hepiniz de nihayet bize döndürüleceksiniz.”(Enbiya, 21/35)
“Hatim okuduk, dünyevî faydasını niye göremiyoruz?” düşüncesi, modernist, pragmatist ve maddeci bir zihnin mahsulüdür.
HATİM GELENEĞİNİ BAŞLATAN RESÛLULLAH’TIR (S.A.V.)
Hatim Kur’ân’ın ezbere veya yüzünden okuyarak bitirmeye denir. Hatim okuma geleneğini başlatan Resûlullah’tır (s.a.v.). İslâm kaynaklarından öğrendiğimize göre Resûlulah (s.a.v.) her sene Ramazan gecelerinde Cibril ile karşılıklı Kur'an'ı birbirlerine arz ederler, baştan sona okurlarmış. Bu yüzden Kur'an'ın bu ayda sıkça okunması müstehap kabul edilmiştir. Resûlullah anlamını bildiği içselleştirdiği Kur’ân’ı tekrar tekrar baştan sona kadar neden okuyordu, düşünmek lâzım. Anlamı için mi? Tabii ki hayır. Kur’ân duadır, şifadır, zikirdir aynı zamanda.
Mekkeli müşrikler Resûlullah’ı (s.a.v.) katletmek için evine geldiklerinde O’nun yatağında Hz. Ali’yi (r.a.) buldular. O sırada Resûlullah (s.a.v.) suikastçıların arasından Yasin-i Şerif’i okuyararak yürüyüp çıktı ve suikastçılara görünmez oldu.
İnsanlar her devirde yaratıcıya toplu yahut bireysel olarak iltica etme yoluna gitmiş bunları da sayısız nedene bağlı olarak gerçekleştirmiştir.
Vahiyle, Allah’In lafzıyla korunma veya zırhlanma ritüelini Hz. Hud’da (a.s.) da görüyoruz. Hz. Hud’un (a.s.) putlara tapan kavmini kasırga helâk etmiştir; ama Allah’ın duasıyla bir çember içine aldığı kendine uyanlar kasırgayı yumuşak bir rüzgâr olarak hissetmişlerdir.
Bir kişiyi, mekânı veya şehri Kur’ân ile zırhlama geleneğinin bir örneğini de Saraybosna’da görüyoruz. 1963’te Hafız Hacı Muhliç Efendi yanındaki hafızla beraber Alipaşa Camisi’nden yürüyerek çıkıp tüm Saraybosna’nın etrafında hatim okuyarak yeniden Ali Paşa Camisi’ne dönmüştür. Hafız Hacı Muhliç Efendi Bosna-Hersek’in mücahit lideri Aliya İzzetbegoviç’i de onun etrafında döne döne Kur’an okuyarak zırhlamıştır. Hatim okuyarak Allah’a yakınlaşma, dua ve şifa talep etme geleneği Batı Trakya’da; İskeçe’de de yıllarca sürdürülmektedir.
Pir Ali Baba’nın Erzurum’da başlattığı zırhlama ve hatim geleneği milâdi yeni yıla geçerken gerçekleştirilir. Aralık ayının ortasında başlanır Ocak ayının ortasında yapılan hatim duasıyla tamamlanır. Yeni yıla giriş törenlerinde kutsal olana iltica ederek yardım isteme düşüncesinin tarihi antik çağlarda ve inançlarda da vardır.
HATİM, KANDİLLER, MEVLİT GELENEĞİ İLMÜ’L CEMÂLDENDİR
Dinin ve ruhun cemâl/cemil tarafı vardır. Güzellik, estetik, aşk, şevk, zevk, muhabbet, üns... Bu kavramları bazen "irfan" kelimesiyle beraber "gelenek" bazen "töre" adıyla dışa vururuz, görünür kılarız.
Dinin temel hükümlerini, emirlerini, akidelerini sarsmayan dinî-kültürel gelenekleri (din kültürünü) Müslümanlar; yaşadığı coğrafya, iklim ve tarihin imkânlarıyla kendilerine özgü oluşturabilirler. Bu, tarih boyunca böyle olmuştur. Gündelik hayatın ritüellerinde, sanatta, mimaride, şiirde, törenlerde, adet ve geleneklerde... Mevlit okumak, kandil gecesi düzenlemek, hatim okumak, arafalık toplamak, gazel ve kasideler, zikir meclisleri...
Din kültürüyle bir Müslüman dünyevi ve uhrevî fayda ve kemâlâtla beraber ve daha ziyâde kendince -fert ve topluluk olarak- bir Müslüman kimliği nişânesi, aidiyeti, şuuru, keyfiyeti, vaziyeti, hususiyeti, hafızası, zevki yaşar ki ruhun ilm'ül cemâle olan ihtiyacındandır bu. Olması olmamasından daha evlâdır, yeğdir, müreccâhtır; kalbî ve fiilî ibadettir, duadır.
Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi Efendi’nin çok güzel bir tespiti var. Şehbenderzâde der ki: “Birçok vesile ile Cenab-ı Hakk'ı hatırlar, bediî mâhiyeti arz eden her manzara, ona hakiki güzelliklerin kaynağı olan yaratıcısını hatırlatır. Bu vesilenin zuhûriyle vicdanında tatlı bir heyecan, bağlılığının derinliklerinde benzetilmesi ve tarifi müşkül bir zevk hisseder. Hâlık ve sahibine karşı kalbi taparcasına bir bağlılık duygusuyla dolar. İşte bu adam ‘dinî his’ sahibidir. Dini histen mahrum olanların dindarlığı ancak kendi kendilerini memnun etmekten ibaret kalır.” Evet, hatimler, hatim meclisleri ibadetin yanı sıra insanımızın Allah’a yaklaştıran dinî zevklerindendir, kültürüdür.
Anadolu halkının dini hayatı içinde Kur’an-ı Kerim her daim özel bir yere sahip olmuştur. Toplumda Kur’an okumak, Kur’an dinlemek ve Kur’an konulu sohbetlere dahil olmak çok kıymetli ibadetler olarak değerlendirilmiştir.
ANLAMADIKTAN SONRA KUR'ÂN OKUMAYA NE GEREK VAR, DÜŞÜNCESİ CAHİLLİKTİR!
Evet asıl olan Kur’ân’ı Kerim’i anlamak ve hayatımıza tatbik etmektir. Herkes bunda hemfikir. Ancak Kur’ân’ı Kerim, sadece anlam yönüyle mü’minleri kuşatmaz. Kuran-ı Kerim'in birçok, temelde ise iki boyutu var: Kur'ân'ın hüküm/fikir ve zikir boyutu. Bir müçtehit, bir âlim, bir ev hanımı, bir köylü bir çocuk... Fikir yönüyle Kur'ân kişilerin eğitim ve hayatı algılayış düzeylerine göre herkese hitap eder. Müçtehitler Kur'ân'dan ve sünnetten hüküm çıkarırken; bu yetkiye, yetkinliğe, ilme sahip olmayanlar da müçtehitlerin çıkardığı hükümlere uyarlar.
Dünyada eğitim düzeyi farklı 1,6 milyar Müslüman'ın Arapça bilmesi/öğrenmesi söz konusu olamayacağına göre farklı lisânlardan ve eğitim seviyesinden insanlar işte bu müçtehitlerin hükümleriyle dini kavrarlar; ama Allah'ın kitabını bazı ayetlerin ve Resûlullah'ın (s.a.v.) belirttiği gibi zikir ve şifa olarak okurlar. Yinelemekte fayda var: Kur'ân fikir ve zikir kitabıdır. "Kalpler ancak Allah'ın zikriyle huzura kavuşur." (Ra'd 13/28) “Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdeki dertlere bir şifa, müminlere doğru yolu gösteren bir hidayet ve rahmet geldi” (Yûnus 10/579) “Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma” (A’raf 7/205) "Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz” (Cuma,62/10)
Kaldı ki Kur'an-ı Kerim'i, lisanı Arapça olanlar bile hakkıyla (tam) anlayamaz; hatta evliyanın ve ulemanın en büyükleri olan Eshab-ı kiram bile, âyetlerin manalarını Resûlullah'a (s.a.v.) sual ederdi. Bir hadis-i şerif meali: Kur'an-ı kerim Allahü teâlânın metin (sağlam) ipidir. Manalarının hepsi anlaşılmaz. Çok okumak ve dinlemekle eskimez. (İbni Mace)
Bu sığ ve cahil fikre bir başka açıdan bakalım bir de: Kur'ân'ı mealden okuduk ve anladık... Faiz haram, yalan büyük günâh vb. Anladığımız bir kitabı tekrar tekrar daha niye okuyalım? Kur'ân'ı sadece mealle, manâyla kabul ettiğimizde Resûlullah'ın (s.a.v.) Cibril (a.s.) ile karşılıklı hatim (mukabele) okumalarını, Resûlullah'ın (s.a.v.) hatimle teravih namazı kılmasını nasıl izah edeceğiz? Ya şu Hadis-i Şerif'i: "Bir ev, içinde Kur‘ân okunması sebebiyle o evde oturanlara genişlik, ferahlık verir. Orada melekler hazır bulunur. Şeytanlar kaçar, evin hayır ve bereketi artar. İçinde Kur‘ân okunmayan bir ev ise içindekilere dar gelir. O evde melekler gider, şeytanlar hazır bulunur, evin hayır ve bereketi de o olur."
Ayrıca;
Kur'ân Allah'ın (C.C.) lafzıdır, mealler kulların. Allah'ın lafzının kendisi de ayettir; sesiyle, ahengiyle, musikisiyle, ruhuyla... İnsanı sarar, kuşatır, mest eder. Kalpleri kararmışlar hariç! Anadolu insanının dili, Türkçemiz Kur’an’ın hem sesiyle hem hikmetleriyle biçimlenmiş bir irfan dili olmuştur.
Her hükmü anlamamız gerekmiyor. Biz işittik iman ettik. Elhamdulillah
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder